21 Mayıs 2013 Salı

Beypazarı






CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ

DEMİRCİ EĞİTİM FAKÜLTESİ




BEYPAZARI TANITIMI




SEFER POLATOĞLU, 3001030078, 3/B



ÜMİT AYYILDIZ


BEYPAZARI
Ankara şehir merkezine uzaklığı 100 km’dir. Ankara’nın batısında yer alan Beypazarı’nın doğusunda Ayaş ve Güdül ilçeleri, güneyinde Polatlı ilçesi, güneybatısında Eskişehir ili Mihalıççık ilçesi, batısında Nallıhan ilçesi, kuzeyinde Bolu ili Kıbrısçık ilçesi bulunmaktadır. Yüzölçümü 1868 km2dir.
Beypazarı tarihi seyir içinde bir çok medeniyetlere ev sahipliği yapmış ve günümüzde ilçe hudutları dahilinde antik yerleşmeler, eserler bulunmaktadır.
BEYPAZARI TARİHÇESİ:

Tabanlıoğlu Çiftliği yakınlarında antik kaynaklarda “Peium” olarak geçen bu kale yerleşim Tolistobogoii yerleşmelerinden olup, kale duvarları Helenistik dönem duvar işçiliğinin en güzel örneği olduğundan, “Kral Deiotarus’un Hazinesi” diye bilinmektedir. Galat şehirlerinden olan “Lagania” (Anastasiopolis) Dikmen Köyü’nün 8 kilometre kuzeyindedir. Adaviran Köyü, Bağözü mevkiinde Geç Roma Erken Bizans Dönemine ait “nekropol alanı”; Tacettin Köyü, Dedeninöz mevkiinde höyük; Boyalı Köyü’nde Roma dönemi “antik mezarlık”; Tahirler su deposunun bulunduğu yerde, su künkleri, pişmiş toprak parçaları; İnözü Vadisi’nin iki yakasında kaya yüzeylerine oyulmuş kaya oyuklarının bir çoğu insan eliyle işlenmiş olup, Roma devrinden itibaren kullanılmıştır. Bazı kaya odaları ise yeniden işlenip fonksiyon verilmiş ve ön kısımlarına horasanlı kireç harçla taş duvar örülmüştür. Bu bölümler Erken Bizans dönemine tarihlenmektedir. Kapadokya Bölgesinde bulunanlar gibi gizli toplanma ve ibadet yerleri olarak kullanılmıştır. İncepelit Köyü’nde Eski Hitit ve Erken Frig dönemine ait örenyeri; Kızılcasöğüt Köyü’nde Geç Roma ve Bizans dönemi yerleşmesi; Tahirler Köyü’nde Frig Dönemine ait olduğu düşünülen sur kalıntıları; Tahirler Köyü’nün 2 kilometresinde, yolun sol tarafında Kiliseler mevkiinde iki adet kilise kalıntısı; Fasıl Köyü, İnler Tepesi’nin güney yüzünde “kilise mağaralar” yer almaktadır. Köst köyü, Asar mevkiinde Eski ve Orta Tunç çağlarına ait ören yeri; Kuyucak Köyü’nde Bizans Dönemine ait ören yeri  ve mezarlık; Fasıl Köyü’nde Roma dönemi “Maltepe Höyüğü”; Oymaağaç Köyü’nün içinde Eski ve Orta Tunç Çağlarına ait höyük; Tacettin Köyü’nde Çayırözü düzlüğünün kuzeyinde doğal kayalarla kaplı hakim bir tepede yerel granit taşlarla yapılmış duvar kalıntıları; Kuyumcu Tekke Köyü’nde “Yağmurkayası Tümülüsü”; Üreğil Köyü’nün kuzeybatısında, Avdan Çayırı mevkiinde Bizans mezarlarından oluşan nekropol alanı; Üreğil Köyü’nün 1 kilometre güneyinde, Roma ve Bizans dönemlerine ait mezarlık; Yalnızçam Köyü, Kepir mevkiinde, Roma dönemine tarihlenen Galat Kalesi veya Garnizonu bulunmaktadır. Tarihi antik “Roma Yolu” üzerinde bulunan ilçe Bizanslılardan Müslüman Türklere geçer.


Oğuz Türkmen boylarının iskan bölgesi olmuş, Selçuklu döneminden itibaren devamlı bir Türk şehri olarak kalmıştır. Selçuklu Sultanlığının kendilerine yurt olarak yer gösterdiği bu Türk boyu, Gazi Gündüzalp yönetiminde ilk önce Ankara civarına yerleşmiştir. Osmanlı Devleti'nin kurucusu olan Osman Bey'in dedesi Gazi Gündüzalp'in mezarının Beypazarı'nın Hırkatepe köyündedir.
İlçe merkezinde Akşemsettin Camii, Baloğlu Camii, Hoca Kiriş (Abbaszade) Mescidi, İmaret Camii, İncili Camii, Kurşunlu (Evsat Hoca) Camii, Sultan Alaattin Camii, Tabakhane Camii ve Yeni Camii gibi tarihi ve mimari kıymeti olan dini yapılar bulunmaktadır.
Boğazkesen, Karaca Ahmet, Kara Davut, Kaygusuz Abdal, Gazi Gündüz Alp, Dağşeyhler, Seydi Yusuf, Yediler, Hacı Ali Baba, İmirze Baba türbeleri; İvaz Baba (Ayvaşık Dede) ve Halveti Mehmed Efendi ziyaretgahı; Nasuh Paşa (Sulu) Hanı, Beyoğlu Hamamı, Rüstem Paşa Hamamı, İnözü deresi’nin üzerinde Hacılar Köprüsü, Mundarcı deresi köprüsü, tarihi “Taş Mektep” ve geleneksel mimariye sahip sayısız evleri ve konakları ile ilçe, “yaşayan ve korunan bir kültür hazinesi”dir.
Osmanlı döneminde ilçe ve köylerinden ilim tahsil ederek, “çelebi”, “müderris”, “kadı”, “şair” ve “alim” olan bir çok şahsiyet yetişir.
Osmanlının ilk dönemlerinde ilçe Hüdavendigar (Bursa) Sancağına bağlanır. Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde 1638 yılında Beypazarı'ndan şöyle bahseder:
“...Haftada bir gün güzel süslü bir pazar kurulup, bütün kıymetli eşyalar bulunur. Halkının uğraşları tiftik keçisi olduğundan, pazarında sof çok satılır. Müşterisi vardır. Senede bin kantar sof ipliği satılır. Sofu olmaz fakat güzel mümeyyizi olur. Pazarına her hafta etraf köylerinden on bin insan toplanır. Şehir Anadolu toprağından Engürü sancağı hududunda olup, İstanbul'da kim Şeyhülislam olursa ona has olur. Padişah hasından ayrılmadır. Müftü tarafından hakimi subaşısıdır. 150 akçelik kazadır. Senelik kadısına yedi kese gelir getirir. Damga emini, Sipahi Kethüda yeri ve Yeniçeri Serdarı vardır. Fakat kale ağası ve neferi yoktur. Kalesi bir dere içinde olup, iki tarafı balık sırtı gibi kaya üzerindedir. Genişliğini bilmiyorum. Aşağıda şehir iki geniş dere içinde olup 20 mahalle 41 mihraptır. Fakat öyle mükellef camileri yoktur. Çarşı içinde cami güzeldir (Paşa Camii). Hepsi 3060 tane iki katlı evleri vardır. Duvarları kerpiçtendir. Yüzeyleri tahta ile kaplıdır. Medrese Darulhadis ve Darulkurrası vardır. Çünkü talebe bilginleri çoktur. Medreseleri kargir değildir. 70 adet çocuk mektebi vardır. Çocukları gayet temiz ve olgun olup, 700' ün üzerinde hafızı vardır. Bir Şeyhülislamı var ki; bütün bilginler onunla ilmi tartışmaya girmekten acizdirler. Nakibüleşrafı fadıl değil fakat, gayet cömert bir kimsedir. Halkının çoğu bilginlerdir. Hepsi renk renk sof giyerler. Türk şehri olduğundan halkı Oğuz taifesidir. Yani Türk kavmi demenin güzel bir ifadesidir. Yedi tane hanı vardır. Çarşı içindeki güzel bir han yanmıştır. Hamamları, 600 dükkanı vardır. Çarşıda kasaplar içinden akan dere kenarında hafta pazarı olur. Dere burada şehrin aşağı tarafından akarak bir nehir vasıtası ile Sakarya'ya dökülür. Şehir yüksek yerde olduğundan caddeleri kumsalca ve kaldırımsızdır. Halkı garipsever ve cömert kişilerdir. Kadınları gayet edepli ve akıllı olurlar. Bağ ve bahçesi çoktur. Bostanlarından bir çeşit kavun olur ki lezzetinden adamın damağı yarılır. Misk ve hamamber gibi kokusu vardır. Şehir halkının çoğu bu kavundan zerde pişirir. İçine tarçın ve karanfil korlar. Muaviye'nin icat ettiği zerdeden tatlı bir zerde olur. Bir çeşit yeşil armudu olup, yuvarlak olduğu gibi dördü beşi de bir okka gelir. Gayet hoş ve suludur. İstanbul'a nice bin kutu armudu pamuklar içinde hediye gider. Bu armudun eşini acem diyarından başka yerde görmedim. Bir çeşit siyah arpası olur ki, gayet yağlıdır. Ata çok vermekten çekinilmelidir. Sahrasında pirinci olur ki, gayet pişkindir. Velhasıl etrafı geniş, eşyası ucuz ünlü bir şehirdir. Şeyh İvaz dede adında bir de türbesi vardır.”
Beypazarı 1868 yılından itibaren Ankara'ya bağlanır. Osmanlı Devleti'nin toprak rejimi ve askeri sisteminin bel kemiğini oluşturan Tımarlı (Anadolu) Sipahi Merkezleri'nden birisi olan Beypazarı; yöredeki Sipahi Beyi'ne ve ticari, ekonomik hayatın yoğunluğuna istinaden “Beğ Bazarı” diye adlandırılmıştır.
Beypazarı ilçesi havucu, tarihi evleri, gümüş işçiliği ve karasör sanayi ile ünlüdür. Türkiye havuç istihsalinin % 50’si Beypazarı’nda üretilmektedir. Beypazarı’nın eski evleri mimari bakımdan yerli ve yabancı bilim adamları ve turistlerin ilgi odağıdır. Bu evlerin çoğu Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulunca korunması gereken eserler olarak tescillidir. Değişik ve kullanışlı karasör yapımı nedeniyle Türkiye karasör sanayinde söz sahibi olan ilçe, maden sodası ve şifalı suları ile de ünlüdür. İlçe merkezine 15 km. uzaklıktaki Dutlu-Tahtalı Termal tesisleri, içme ve kaplıca suları romatizma, cilt, solunum yolu, iç salgı sistemi, kireçlenme ve metabolizma bozuklukları hastalıkları; 50 km. uzaklıkta Sakarya Nehri kenarında bulunan Kapullu Kaplıcası romatizmal hastalıkları için şifalıdır. Beypazarı maden suyu ise ülke çapında yaygın bir  üne sahiptir.


BEYPAZARI EVLERİ
Beypazarı denince akla ilk gelen tarihi evleridir.

Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesine de konu olan Beypazarı evleri; cumbalı, üstünde guşgana adı verilen bir çatıdan oluşan iki üç katlı yapılardır. Evlerin iskeleti ahşaptır ve bu ahşap, tatlı kireç denilen malzemeyle sıvanmıştır. Odalardaki kirli havayı ve nemi alan yöreye özgü bu malzeme, Beypazarı evlerini farklı kılar. Zemin katları taştan, geri kalan kısmı ahşaptan oluşan bu evlerin girişinde demir kapılı mahzenler bulunur. Tarih boyunca yangınlarla bir çok kez harap olan Beypazarı’nda evlerin içindeki bu mahzenler kıymetli eşyaların saklanması amacıyla kullanılmıştır. Yine bu yangınlar nedeniyle binlerce yıllık tarihe sahip Beypazarı’nda, mimari açıdan en erken tarihli konak 13. yy’a aittir. Sokaklarda iç içe yerleşim tarzı benimsenmiştir. Bu nedenle kapılar, pencereler ve guşganalar birbirine bakar şekilde düzenlenmiş, evler yerleşim olarak bitişik ve birbirine yakın inşa edilmiştir.

Beypazarı evleri genellikle üç katlıdır. Taşıyıcı sistemi örten ahşap pervazlar harç sıva ile sıvanmıştır. Evde zemin katları taş, üst katları ahşap iskelet içinde ahşap veya kerpiç dolgu sistemi ile yapılmıştır. Evlerin planı yerel özelliklerle yoğrulmuş geleneksel Türk evi planını yansıtır. Büyük evlerde ya da kanatlarda zemin katında, taşlığa bağlı hizmetkar kısmı da bulunur, zemin kat dışa ufak pencerelerle açılır.

Taşlıkta bir yalak ve ocakta bulunmaktadır. Bu mekan üst katlara, ilk üç-dört basamağı taş ahşap merdivenlerle ulaşılır. Üst katlar asıl yaşama katlarıdır. Sofa (yerel dilde çardak) etrafında yer alan odaların dışında tuvalet, mutfak gibi servis mekanları da bulunur. Üst katı orta sofalı olan evler de vardır. Esas kattan guşganası olan evlere sofa ya da mutfaktaki merdiven aracılığı ile bu mahale ulaşılır. Depo olarak kullanılan bu mekana bazen bir oda da eklendiği görülür. Geleneğe göre Beypazarlılar yapacak bir şeylerin kalmadığını vurgulamak için üst katların bir bölümünü ya da tamamını işlemeden bırakırlar.

Buna yerel dilde Çandı denilmektedir. Evlerin dışa dönüklüğü çıkmalarla sağlanmıştır. Çıkmalar kat boyunca ortadan, yandan, iki yandan, gönye türünde çeşitli tiplerden oluşurlar. Bazen bir cephede birkaç tür birden görülür. Bu evin planına ve konumuna bağlıdır. Çıkma alt payandaları ahşap kaplamalarla şekillendirmiştir. Cephelerdeki pencere ve kapılar yörede aynı özellikleri gösterir.

Pencereler dikdörtgen veya kemerli, dört veya altı bölmeli, giyotin veya iki kanatlıdır. Çoğu evde pencere pervazının üstü üçgen bitirilmiştir. Pencerelerde ahşap ve demir korkuluklar yaygındır. Ancak, cumba, kafes ve kepenk gibi elemanlar da az olmakla birlikte mevcuttur. Kapılar çift ya da tek kanatlı, üstü ahşap kafeslidir. Bu kafesli açıklık zemin kata hava ve ışık sağlar. Alaturka kiremitli olan çatılar bugün hızla hafif ve ucuz bir malzeme olan oluklu saca dönüşmektedir. Saçakların alt kısmı genellikle açıktır. Tavan arasındaki mahallin çatıdan yükselerek çıkması yapıya farklı bir görünüm kazandırır. Yerel dilde buna “guşgana” denir. Bahçeli evlerin bir özelliği olan bu mekan, depolama vazifesi görür. Çatı arasının sofa üstüne gelen kesiminin bir bölümünü veya tamamını kapsar, pencereleri genellikle cepheyle aynı düzendedir.

Bazı evlerde zeminin üstünde 2-2,5 m. yüksekliğinde bir ara kat mevcuttur. Bu kat tüm zeminin üstünü veya bir kısmını kaplar. Bu kattaki odaların dolap ve ocakları diğer katlara göre daha basit yapılmıştır. Mutfak da bu katta yer alır. Bazı hallerde ara kata ana merdiven dışında bir merdivenle ulaşılabilir. Bu kat genellikle kışlık olarak kullanılmaktadır. Bu katlar daha özenle düzenlenmiştir. Sofa, sofaya bağlı oda, eyvan, sekilik gibi plan elemanlarının cephede çıkmalar oluşturması değişik hareket ve karakterlerin gelişmesini sağlamıştır. Sofa bazı planlarda bir balkonla son bulur. Sofaya hem daha iyi ışık alabilmek, hem de sofayı dıştan daha iyi vurgulayabilmek için geniş ya da kemerli pencerelerden yararlanılmıştır. Büyük evlerde esas katın üstünde bir kat daha mevcuttur. Katlar arasındaki ulaşım farklı merdivenlerle gerçekleşir. Yerel dilde “dönme dolap” denilen servis dolabı ile yatay ya da düşey servis sağlanır. Misafirperverliği, yerel dilleri, evleri sundurmalı basit kapılarla geçiş veren bahçe duvarları, çıkmaz sokakları, Arnavut kaldırımları ile, gelen turistlerin ilgisini çeken Beypazarı’nda el sanatları da çok gelişmiştir. Günümüzde Beypazarı’nda bu karakteristik özelliklere sahip 3500 ev bulunmaktadır.

Beypazarı, Roma döneminde, İstanbul'u Ankara ve Bağdat'a bağlayan önemli büyük tarihi geçit yolları üzerinde bulunmaktaydı. Bilinen ilk adı "kaya doruğu ülkesi" anlamına gelen Lagania idi[1] ve Bizans İmparatorluğu'nun piskoposluk merkeziydi. M.S. 491-518 yılları arasında hüküm süren Doğu Roma (Bizans) İmparatoru Anastasios'un ziyaretine atfen şehrin adı, Lagania - Anastasiopolis (Anastasios Kenti) olarak değiştirildi.
 

Beypazarı toprakları pekçok çok eski uygarlıklara ev sahipliği yapmıştır. İlk yerleşimi işaret eden net bilgiler bulunmamakla birlikte yerleşim yeri olarak kullanılmasının eski çağlara dayandığını gösteren bulgular vardır. Bu yüzden üzerinden değişik hakimiyetler gelip geçen Beypazarı topraklarında biriken tarih farklı kültürlerin izlerini taşımaktadır. Beypazarı’nın Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde deyinmeden geçemediği tarihi önemi, bu farklılıklarla beslenmiştir.
Eski bir yerleşim yeri olan Beypazarı topraklarında, sırasıyla Hitit, Frig, Galat, Roma, Bizans, Anadolu Selçuklu ve Osmanlıların egemen olduğu bilinmektedir.
Selçuklular döneminde Beypazarı, İstanbul - Bağdat yolu üzerinde önemli bir ticaret merkezi olmuştur. Beypazarı, Orhan Bey'in Ankara'yı alması ile Hüdavendigâr (Bursa) Sancağı'na bağlanarak Osmanlı yönetimine geçmiştir.
Roma döneminde, "Lagania" adını alan bu yöre bir piskoposluk merkezi haline gelmiştir. "Kaya Doruğu" anlamına gelen bu ad daha sonra o dönemlerde hüküm süren İmparator Anastasius’un (M.S. 491 – 518 ) bölgeye ziyaretiyle "Lagania Anastasiapolis" olarak değişmiştir. İstanbul’u Ankara’ya ve Bağdat’a bağlayan geçit yolları üzerindeki konumuyla ticari anlamda parlak dönemlerini yaşamıştır.
Türklerin Anadolu’ya egemen oluşuyla Türkmen boylarının da yurdu olur Beypazarı.Bu boylardan en önemlisi Kayı Boyu'dur. Selçuklu Sultanlığı kendilerine yurt olarak yer göstermiş, Gazi Gündüzalp yönetiminde ilk önce Ankara civarına yerleşmişlerdir. Osmanlı Devleti'nin kurucusu olan Osman Bey'in dedesi Gazi Gündüzalp'in mezarı Beypazarı'nın Hırkatepe Köyü'ndedir.








EVLİYA ÇELEBİNİN SEYAHATNAMESİNDE BEYPAZARI:




Evliya Çelebi, Seyahatnamesi'nde (Hicri 1058 Miladi 1638) Beypazarı'ndan şöyle bahseder:

" İlk kurucusunu bilmiyorum. Fakat ilk fatihi Kütahya beylerinden Germiyanoğlu Yakup Şah'ın veziri Dinar Hezar'dır. Onun için şehre Germiyan Hezar da derler.

Haftada bir gün güzel süslü bir pazar kurulup, bütün kıymetli eşyalar bulunur. Halkının uğraşları tiftik keçisi olduğundan, pazarında sof çok satılır. Müşterisi vardır. Senede bin kantar sof ipliği satılır. Sofu olmaz fakat güzel mümeyyizi olur. Pazarına her hafta etraf köylerinden 10 bin insan toplanır.

Şehir Anadolu toprağından Engürü sancağı hududunda olup, İstanbul'da kim Şeyhülislam olursa ona has olur. Padişah hasından ayrılmadır. Müftü tarafından hakimi subaşısıdır. 150 akçelik kazadır. Senelik kadısına yedi kese gelir getirir. Damga emini, Sipahi Kethüda yeri ve Yeniçeri Serdarı vardır. Fakat kale ağası ve neferi yoktur. Kalesi bir dere içinde olup, iki tarafı balık sırtı gibi kaya üzerindedir. Genişliğini bilmiyorum.

Aşağıda şehir iki geniş dere içinde olup 20 mahalle 41 mihraptır. Fakat öyle mükellef camileri yoktur. Çarşı içinde cami güzeldir (Paşa Camii). Hepsi 3060 tane iki katlı evleri vardır. Duvarları kerpiçtendir. Yüzeyleri tahta ile kaplıdır. Medrese Darulhadis ve Darulkurrası vardır. Çünkü talebe bilginleri çoktur. Medreseleri kargir değildir. 70 adet çocuk mektebi vardır. Çocukları gayet temiz ve olgun olup, 700' ün üzerinde
Bir Şeyhülislamı var ki; bütün bilginler onunla ilmi tartışmaya girmekten acizdirler. Nakibüleşrafı fadıl değil fakat, gayet cömert bir kimsedir.

Halkının çoğu bilginlerdir. Hepsi renk renk sof giyerler. Türk şehri olduğundan halkı Oğuz taifesidir. Yani Türk kavmi demenin güzel bir ifadesidir. Yedi tane hanı vardır. Çarşı içindeki güzel bir han yanmıştır. Hamamları, 600 dükkanı vardır. Çarşıda kasaplar içinden akan dere kenarında hafta pazarı olur. Dere burada şehrin aşağı tarafından akarak bir nehir vasıtası ile Sakarya'ya dökülür. Şehir yüksek yerde olduğundan caddeleri kumsalca ve kaldırımsızdır. Halkı garipsever ve cömert kişilerdir. Kadınları gayet edepli ve akıllı olurlar.

Bağ ve bahçesi çoktur. Bostanlarından bir çeşit kavun olur ki lezzetinden adamın damağı yarılır. Misk ve hamamber gibi kokusu vardır. Şehir halkının çoğu bu kavundan zerde pişirir. İçine tarçın ve karanfil korlar. Muaviye'nin icat ettiği zerdeden tatlı bir zerde olur. Bir çeşit yeşil armudu olup, yuvarlak olduğu gibi dördü beşi de bir okka gelir. Gayet hoş ve suludur. İstanbul'a nice bin kutu armudu pamuklar içinde hediye gider. Bu armudun eşini acem diyarından başka yerde görmedim. Bir çeşit siyah arpası olur ki, gayet yağlıdır. Ata çok vermekten çekinilmelidir. Sahrasında pirinci olur ki, gayet pişkindir. Velhasıl etrafı geniş, eşyası ucuz ünlü bir şehirdir. Şeyh İvaz dede adında bir de türbesi vardır."

Beypazarı'ndan bir görünüm
Beypazarı konakları ile meşhurdur. Genellikle iki ya da üç katlı olan konaklar yapılırken işlevsel ve kültürel detaylarla bezenmişlerdir. Bu evler zemin katları taş, üst katları ahşap iskelet içine ahşap veya kerpiç dolgu sistemi kullanılarak inşa edilmiş. Bahçesiz, küçük bahçeli ve büyük bahçeli olarak çeşitlilik gösteriyorlar. Cumbalı veya çoğunlukla "guşgana"lı yapılar olarak çıkıyorlar karşımıza.

Yöresel kültürü yansıtan değerlerin sunulması için Beypazarı Konakları’nın bazıları restoran veya pansiyona çevrilmiş. Daha küçük evler de yöresel gıda ürünlerinin satıldığı mağazalara ya da el işçiliği alanında büyük önem taşıyan Beypazarı gümüşçülerine mekan olmuşlar.
Yıllar boyu gümüşü, bakırı, demiri, deriyi, ipeği işleyen Beypazarı halkı bu sanatlardan geçimini sağlamaya devam ediyor. Günlük yaşamın bir parçası olarak karşımıza çıkan el emeği göz nuru ürünler yalnızca turistlere hitap etsinler diye işlenmemekte; aynı zamanda, yöre halkının ihtiyaçlarına cevap vererek bir gelir kaynağı teşkil etmekte. Beypazarı, kültürü ve geleneklerini yaşatan, kendini bu işe adamış el sanatı ustalarıyla el sanatları tezgâhları turistik ve yaşamsal anlamda büyük önem taşımaya devam ediyor.




İnözü Vadisi 

İnözü Vadisi'nden bir görünüm.
Vadinin derin havasına alandaki doğal bitki örtüsü ve birtakım tarihi kalıntılar eklenmiş. Beypazarı’nın kuzeyinde bulunan vadinin iki tarafı balık sırtı görünümünde yükseliyor. İnözü Çayı’nın aşındırmasıyla oluşmuş vadide kayalıklara oyulmuş çok sayıda mağara bulunuyor. Mağaraların bir bölümü çok yüksekte olduğundan ziyaret edilmeleri pek mümkün olmuyor. Bu mağaraların, o devirde yaşayanlar tarafından kullanılan, ziynet eşyalarının da muhafaza edildiği mezarlar olduğuna dair çeşitli göstergeler bulunuyor. Ancak, arkeolojik anlamda bir çalışma yapılmadığından kesin veriler elde edilememiştir. Doğal mağaralardan oluşturulmuş kullanım alanlarına işaret eden alanlar da dikkat çekmekte.
2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası kapsamında, bu vadi doğal ve arkeolojik sit alanı olarak koruma altındadır. Vadide gezinirken oturup doğanın tadını çıkarabileceğiniz ve yöresel yemekleri tadabileceğiniz tesisler de bulunmakta.



Yöresel yemekler ve tatlılar

Yendiğinde akla sadece Beypazarı’nı getirecek lezzetler oldukça çok sayıda bu yörenin mutfağında. Bakır işçiliğinin yaygın olduğu ilçede ustaların emeğiyle ortaya çıkan bakır güğümler, tencereler, kazanlar, tavalar, ibrikler bu lezzetlerin hazırlanmasını ve sunumunu bezeyen inceliklerden.
Mamuller taş fırınlarda pişiyor ve özel yemeklerine adını veren toprak güveçler de sulu yemeklerin pişirilmesinde kullanılıyor. Yörede yetişen ürün çeşitliliğiyle doğru orantılı olarak, sebze ve meyvelerin, mevsiminde tazeleri, kışın da kuruları tüketiliyor. Beypazarı konaklarındaki özel bölümler bu kuru yiyecekleri saklarken, yöre dilinde “dinme dolap” denilen döner dolaplar mutfakla katlar arası düşey ve yatay servisi sağlayarak yöresel mutfak alışkanlığının bir parçasını yansıtıyor.
Beypazarı yöresel mutfağıyla meşhurdur. Beypazarına has şekillerde yapılan yemek ve tatlılar arasında tarhana, yaprak dolması (sarması), yalkı, bici,göce, perçem, yarımca, Beypazarı güveci, kartalaç, bazlama ekmeği, oğmaç, tohma, yarımca, şerit, uruş kapaması, Beypazarı kurusu, mumbar(Beypazarı sucuğu), baklava (80 katlı yufka), ebesüt, höşmerim ve havuç lokumudur. Bu yemek ve tatlıların bir kısmı Türk Patent Enstitüsü'ne kayıtlıdır. İlçede turizm sektörünün canlanması ile yöre mutfağı canlandırılmıştır.
Ulaşım :
Ankara’ya 98 km. mesafede bulunan Beypazarı’na ulaşmak için karayolunu tercih edecek olanlar Ankara’dan geçiş yapabilirler. Ankara'da bulunan Etlik Otobüs Terminali'nden (Eski Garajlar) saat başı, Akköprü’deki Ankamall Alışveriş Merkezi’nden de yarım saat arayla hareket eden otobüs ve minibüslerle ilçeye gidilebiliyor.
Kendi araçlarıyla ulaşmak isteyenler Ankara-İstanbul yolu üzerinde bulunan Sincan-Yenikent yol ayrımından devam edip Yenikent istikametinden Ayaş-Beypazarı yoluna çıkmalıdırlar. İstanbul'a 320 km. uzaklıkta olan ilçeye İstanbul’dan karayoluyla ulaşmak da çok zor değil. TEM Otoyolu üzerinden ilerleyip Adapazarı'nda Akyazı çıkışından girdikten sonra karşınıza çıkacak Ankara tabelalarının yardımıyla Beypazarı'na ulaşmak oldukça kolay. Karayolu yapısı düzgün ve seyahate elverişli.Ankara'dan Beypazarı'na kadar olan yol duble yol olarak hizmete açılmış durumda.
Beypazarı’na daha uzak illerden uçakla seyahat ederek gelmek isteyen ziyaretçiler Ankara Esenboğa Hava Alanı’ndan karayoluyla devam ederek ilçeye ulaşabilirler. Demir yolu tercih edenler de yine Ankara’dan karayoluna aktarma yaparak devam edebilirler.
BEYPAZARI TARİHİ YERLERİ:
Farklı uygarlıkların egemenliğinde değişik tarihlere sahne olmuş Beypazarı, tarihsel önemi göze çarpan mimariler ve eserler barındırıyor. Dönemlerinin özelliklerini yansıtan bu eserler soluklanıp geçmişe bakabileceğiniz tarihi duraklar gibi. Kimilerinde restorasyon çalışmaları hala devam ediyor. Türbelerden camilerden nasibini almış bu güzel ilçede Selçuklu ve Osmanlı mimarisine örnek teşkil eden çok sayıda cami ve türbe bulunmakta.
  
Konumu itibariyle, kervanların geçtiği ticari yol üzerindeki bir durak niteliğindedir Beypazarı. Eski dönemlerdeki kervanların uğrak yeri olduğu düşünülen Suluhan Kervansarayı’nın 1613 yılında yapıldığı düşünülmektedir. Sadri Esba Nasuh Paşa bin Zeynel Abidin tarafından yapıldığı...

1221–1225 yılları arasında inşa edildiği düşünülüyor. Cami adından dolayı Sultan Alaaddin’e mal ediliyor ancak mimari özellikleri 15. – 16. yüzyıllara ait olduğunu gösteriyor. Bu caminin yerinde geçmiş dönemlerde başka bir eserin bulunduğu ve zamanla eski cami harap olunca yerine...

Görünüş itibariyle Selçuklu mimarisini andırır. Asıl adı Şeyh Muhammed Şemsettin Bin Hamza olan Akşemseddin, Fatih Sultan Mehmet’in hocalarındandır. Caminin bir dönem Beypazarı’nda yaşamış olduğu bilinen Akşemseddin adına yapıldığı rivayet edilmektedir. 15. yüzyıla denk gelen bu...

Günümüze gelene kadar farklılaşmış olan bu yapı 1887 yılında yapılmıştır. Cumhuriyet Dönemi’nden önce etrafında dış ve iç imaret denilen medreselerin var olduğu söylenen caminin kuzey kısmına sonradan betonarme bir ön giriş kısmı eklenmiştir. Dikdörtgen planlı caminin kuzeybatı köşesinde tek şerefeli...

Kutsal mekanların bir başka durağı da İncili Camii. 1315 yılında Abbaszade Hacı Mehmet Efendi tarafından yaptırılmış. Mimari özellikleri Selçuklu tarzıyla uyumlu. Bu durum caminin çok eski bir mabet olduğu konusundaki düşünceleri destekler nitelikte. Caminin iç süslemeleri göz kamaştırırken tahta minaresi de

Evsat Hoca Nazır Camii adyla da tanınan caminin 17. yüzyılın başında yaptırıldığı bilinmektedir. Sadrazam Nasuh Paşa tarafından inşa ettirildiği tahmin ediliyor. Bütün olarak dikdörtgen yapılı ancak ibadet mekanı kare planlı olan caminin arazisi eğimli olduğundan kıble cephesi diğer cephelerden yüksektir...

Tarihi çarşı içinde dükkanlarla bitişik konumda olan bu cami, 1899 yılında Söylemezzade Hacı Hüseyin Efendi tarafından inşa ettirilmiştir. Osmanlı mimarisi tarzında, dikdörtgen yapılı caminin cepheleri dükkanlarla bitişiktir, sadece girişi açık şekildedir. Şimdilerde sacla kaplı minaresinin daha önceleri...

Paşa Hamamı
Sultan Alaaddin Camii (Paşa Camii) ’nin bitişiğinde bulunan ve aynı dönemde yapıldığı bilinen hamam hem tarihi bir yapı oluşu hem de bulunduğu yer itibariyle ilgi görüyor. Tarihi konakların arasında yerini koruyan hamam, Vakıflar Müdürlüğü’nce restore edilmiş ve 2010 yılında özel bir işletme olarak hizmete açılmıştır. Hamamın tarihi dokusunun korunduğu bu yeni ve kullanılabilir hali gerek yöre insanı gerekse turistler tarafından büyük ilgiyle karşılanıyor. İlçede yaşayanlar eski dönemlerde yaygın olan hamam kültürünü günlük hayatlarına yeniden dahil etmekten hoşnut durumdalar.

Boğazkesen Kümbeti
Kumsüren mevkiinde bulunan kümbet tek odalı üstü kubbeli kargir bir yapı. İçinde bir mihrap bulunan yapının bir tür gözetleme yeri olarak kullanıldığı düşünülüyor. Sonradan kapatılan kapıları ve penceresi restore edilirken tekrar açılmıştır. Türbede iki mezar bulunuyor. Selçuklu Türkleri’nin liderlerine ait lahitlerden türbenin 13. yüzyılda yapıldığı ve mezarların Şehzade Mustafa veya Emir Şahmer Asaf Ebal adlarındaki kişilere ait olduğu tahmin ediliyor. Türbe kare plana sahip. Önceleri yalnızca gözetleme yeri olduğu düşünülse de mezarlar ortaya çıktığında türbe olduğu tespit edilmiş.


Yediler Türbesi
Beypazarı’na yaklaşık 5 kilometre uzaklıkta bulunan türbe İnözü Çayı’nın kenarındaki mevkide bulunuyor. Adında geçtiği gibi türbede gerçekten yedi kişiye ait mezarlar vardır. Bu kişilerin Horasan’dan geldikleri ve dergah kurdukları rivayet edilir. Kim olduklarına dair kesin bulgular yoktur. Türbe iki dereye ve bir köprüye hakim noktada, dağ eteğinde bulunmakta.


Gazi Gündüzalp Türbesi
Türbe, ilçeden yaklaşık 15 kilometre uzaklıkta bulunuyor. Hırkatepe köyü yakınındaki türbe, bulunan kayıtlara göre Gazi Gündüzalp’in mezarını barındırıyor. Osmanlı Devleti’ni kuran Osman Gazi’nin dedesi olan Gazi Gündüzalp’in Rumlarla yapılan bir savaşta şehit düşmesi üzerine buraya gömüldüğü rivayet edilmektedir.


Karaca Ahmet Sultan Türbesi
Bazı eserlerde belirtildiği üzere, Karaca Ahmet Sultan’ın Beypazarı’nda dergahı veya tekkesi bulunurmuş. Bu yüzden burası Karaca Ahmet Sultan’ın makam olarak kullandığı ve müritlerinin de bulunduğu dergah olarak kabul edilir. Bu makama mensup birkaç müridin de burada gömülü olduğu düşünülür. İlçeden İnözü bağlarına doğru giden yolda bulunan türbenin ziyaretçisi çoktur.


Karadavut Türbesi
Beypazarı’nın 7-8 kilometre kuzey doğusundaki Kuyumcutekke köyünde yer alıyor. Hacı Bayram Veli’nin halifelerinden biri olan Karadavut Hazretleri’nin gömülü olduğu düşünülen türbe taş bir binanın içinde bulunmakta. Karadavut Hazretleri’nin mezarından ayrı olarak türbede bulunan yedi sandukanın da bu şahsın soyundan gelen kimseler olabileceği düşünülüyor. Selçuklu eseri olan türbedeki mezarın Fatih dönemi bilgin ve mutasavvıflarından Karadavut Mehmet Efendi’ye ait olması ihtimali güçlüdür.


İvaz Dede Türbesi
Beypazarı’nın doğusundaki Talihler tepesinin zirvesine yakın mevkide bulunmaktadır. Etrafı çitlembik ağaçlarıyla çevrilidir. Halk arasında "Ayvaşık Dede" olarak da adlandırılan İvaz Dede’ye ait mezarı barındırır. İvaz Dede’ye ait olduğu düşünülen mezarın yanında bir mezar daha bulunmaktadır. Bu mezarın Halveti Tarikatı şeyhi Mehmet Efendi’ye ait olduğu düşünülmekte. Bu iki zata ait olduğu düşünülen iki mezar Horasan harçlı taş duvarlarla örülmüş. Etraflarında birkaç mezar daha bulunuyor ancak bu mezarların kimlere ait olduğu konusunda bir bulguya rastlanmamıştır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder